بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيمِ

1 Temmuz 2009 Çarşamba

Eğer cebir doğruysa, kul zorlanmıştır demektir. Sana göre de zorlanan mazurdur, sözüne cevap

Eğer cebir doğruysa, kul zorlanmıştır demektir. Sana göre de zorlanan mazurdur, sözüne gelince:

Buna cevap olarak şöyle denir:

Daha önce cebr kavramının anlamını açıklamış ve demiştik ki, eğer cebr ile, bir insanın bir başkasını zorlaması, istediğinin aksine olan bir şeyi yapmaya mecbur bırakması şeklinde bir anlam kast ediliyorsa, yüce Allah, bu tür bir zorlamaya, bu şekilde mecbur bırakmaya muhtaç olmaktan münezzehtir, yücedir, uludur. Bu, aciz olanların işidir. Başkasını kendi fiilini isteyen, seçen, seven ve razı olan kılmaktan aciz olanların yani. Allah ise her şeye kadirdir. Kulun, fiilini seven, onu seçen olmasını dilediği zaman, öyle yapar. Kulun, fiilini, sevgi olmaksızın, hoşuna gitmeksizin irade etmesini dilediği zaman, onun, bu fiili hoşlanmadan yapmasını sağlar.

Bu bir mahlûkun başka bir mahlûku zorlamasına benzemez. Çünkü mahlûk, bir başkasının kalbinde irade, sevgi, nefret ve buğz meydana getirme gücüne sahip değildir. Bilakis, mahlûkun bütün amacı, isteğine veya kaçınmasına sebep olan şeyi yapmasıdır. Kul bir başkasını cezalandırmak veya tehdit etmek gibi ürkmesine ve korkmasına sebep olan bir şeyle bir fiili yapmaya zorladığı zaman, bu zorlanan, seçmediği bir fiili işler. Bunu razı olarak işlemez. Bunu yaparken amacı, kendisine yönelen kötülüğü savmaktır. Dolayısıyla fiili isteyen konumundadır; ama maksadı kendisine yönelen kötülüğü savmaktır, maksadı fiilin kendisi değildir. Bu yüzden bir yönden fiili seçen, bir yönden de seçmeyen, bir yönden fiili irade eden, bir yönden de irade etmeyen olarak isimlendirilir.

Fakat Arap dilinde böyle bir kimseye, fiilini seçen denmek, bilakis, zorlanan denir. Fıkıhçıların literatüründe de bu anlayış esastır.

Nitekim Buhari ve Müslim’de peygamberimizin (s.a.v.) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

“Biriniz dua ettiği zaman: Allahım! Eğer dilersen, beni bağışla. Allahım! Eğer dilersen bana merhamet et, demesin. Aksine isteyeceğini kararlı bir şekilde istesin. Çünkü Allah’ı bir şeyi yapmaya zorlayacak kimse yoktur.” (Buhari, Daavat, 21; Müslim, Zikir, 8-9)

Burada peygamberimiz (s.a.v.), dilemesiyle fiil işleyen kimsenin zorlanmış sayılmayacağını açıklıyor. Zorlanmış, başkasının dilemesiyle fiil işleyene denir. Bu dileğin sahibi, zorlayandır. Çünkü yaptığı şeyi kast etmiş olsa da, kendisi kudretsiz ve iradesiz bir mef’ul konumunda değildir. Çünkü maksadı, ilk elden, bir şeyin bertaraf edilmesidir, fiilin kendisi değil. Dolayısıyla burada üç mertebe söz konusudur:

Birincisi: İmtina etme gücüne sahip olmaksızın, kendisine bir şey yaptırılan kimse. İhtiyarı dışında bir yere girmeye veya birini vurmaya ya da bir kadını yatırıp, kadının isteği olmaksızın ve kendisinin de engel olma gücü olmaksızın onunla zina etmeye zorlanan kimse gibi. Böyle kimsenin fiiline ihtiyari fiil denemez. Kudreti ve iradesi olduğu da ileri sürülemez. Bu gibi fiillerle ilgili olarak emir ve yasak da olmaz. Aklı başında olanların ittifakıyla bu tür fiiller cezayı da gerektirmezler. Ancak kişinin kaçınma imkânı varsa, buna rağmen bu fiili terk etmezse, o zaman cezalandırılır. Çünkü imkân bulduğu halde kaçınmadığı zaman, gönüllü olur, zorlanan değil. Bu yüzden gönüllü olarak zina eden kadınla, zinaya zorlanan kadın arasında fark gözetilmiştir.

İkincisi: Bir şeyi yapmaya, dayakla veya hapisle ya da başka bir şeyle zorlanan kimse. Bu gibi fiillere yükümlülük taalluk eder. Çünkü böyle bir kimsenin bu fiili yapmamaya imkânı vardır. Öldürülse de yapmamalıdır. Bu yüzden fıkıhçılar şöyle demişlerdir:

Bir kimse, masum bir kimseyi öldürmeye zorlansa, bu masum kimseyi öldürmesi helâl olmaz. Eğer öldürürse, bunun hakkında kısas hükmünün uygulanması hususunda fıkıhçılar arasında ihtilaf vardır. Malik, Ahmed ve Şafii -bu hususta iki farklı görüşü vardır ve bu görüşlerinden biri fıkıhçıların genelinin görüşü doğrultusundadır- gibi fıkıh alimlerinin büyük kısmı, kısas hükmünün zorlayan kimseye uygulanacağını, zorlanan kimsenin ise, bu eylemde sadece bir alet hükmünde olduğunu söylemişlerdir. Züfer şöyle demiştir:

Bilakis, bizzat zorlanan kimseye kısas uygulanır. Çünkü kendisi doğrudan işe karışmıştır ve bu onun sebep konumunda olduğunu gösterir. Devamla şöyle der: Eğer sadece bir alet konumunda olsaydı, günahkâr olmazdı. Oysa alimler böyle bir kimsenin günahkâr olduğu hususunda görüş birliği içindedirler. Ebu Yusuf ise:

Zorlayana da, zorlanana da kısas uygulanmaz, demiştir.

Hiç yorum yok: